25 Ağustos 2017 Cuma

Metafiziğin temellendirilmesi ve ruh


Klasik metafizik yüzyıllar boyunca metafizik objelerin hakkında düşünülebileceğini ve onların açıkça ortaya konabileceğini savundu. Ruh da birçok filozof tarafından tartışılmış olan bu objelerden biridir.17. yüzyıla kadar filozoflar ruh ve diğer metafizik objelerin açıkça ortaya konabileceğini düşündü. Fakat Hume ve Kant onların metodolojisini reddetti, insan zihninin tecrübeyle sınırlandığını savundu ve bu objeleri açıklama fikrini saçma buldu. Kant ahlak metafiziğinin gerçekliğini savunsa da metafiziğin büyük bir kısmını reddetti ve metafizik objelerin varlığını kanıtlamanın yolu olmadığını düşündü. Kantın eleştirilerini haklı bulsam da ruhun varlığının gösterilmesinin mümkün olduğunu düşünüyorum. Ruhun nasıl olduğunu bilemesek ve onu tam olarak kavrayamasak da onun varlığını onun ne olmadığını göstererek bilebiliriz. Bu demektir ki metafizik objeleri onları direk olarak tecrübe etmeden, diğer tecrübelerimizle tanımlayabiliriz.

 Ruhun varlığını göstermek için bilinci kullanabiliriz. Eğer biz tecrübelerimiz hakkında düşünürsek onların objektif bir karaktere sahip olduğunu rahatça anlarız. Örneğin bilgisayar önümde durmaktadır, gözlerim bilgi alıp beynime göndermektedir, biri önümde yürümektedir vs. Buraya kadar olan kısmı metafiziğe gerek duymadan açıklayabiliyoruz. Ancak bilincin bir de sübjektif karakteri var. O sübjektif karakter benim. Ben gözlerimin gönderdiği bilgi olan objektif tecrübenin tecrübesine sahibim. Gözlerimin beyne bilgi göndermesiyle benim bir şeyi görmem arasında bir fark var. Gözlerimin işlevi ve yaptıkları tamamen objektifken benim bir şeyi görmem bir şeyin farkında olmam ve bunların hissi tamamen farklı bir karaktere, sübjektif karaktere sahip. Neye baktığın tamamen objektif bir karaktere sahiptir. Duyu organları beyne bilgi gönderir ve beyin tepki verir vs. fakat ne gördüğün ne hissettiğin ya da duyduğun tamamen sana özgü, sübjektiftir yalnızca sen algılayabilirsin. Sonuç olarak bir şeye bakma süreciyle bir şeyi görme süreci farklı karakterlere sahiptir. Bu da iki farklı tözün varlığını gösterir. Çünkü farklı olan şeylerin arasındaki fark bir tür özellik değildir. Aradaki fark karakteristiktir. Biri diğerine dönüşemez. Objektif tecrübeden subtektif tecrübe çıkarsanamaz. Çünkü objektif tecrübede sübjektif olma potansiyeli yoktur. Bir nöron bilimciye sübjektif tecrübeye neden olan şeyin,bilinç, beynin neresinde olduğunu sorun hiçbir yerde olmadığını söyleyecektir. Fakat biz onun varlığını tecrübe ediyoruz. Sonuç olarak metafizik olan bir şeyin, ruh, sübjektif tecrübeye neden olduğu söylenebilir. Burada bu sorunun fizik içerisinde çözülemeyeceğini gösterdim. Fakat ruhun nasıl bir şey olduğunu bildiğimi iddia etmiyorum. Böylece klasik metafizikçilerin hatalarına dümüyorum.

Sonuç olarak metafizik bir obje olan ruhun varlığını ruhun varlığını doğrudan tecrübe etmeden gösterdim. Nasıl bir şey olduğunu bilmesek de var olduğunu biliyoruz.


4 Temmuz 2017 Salı

Ahlak ve Tanrı üzerine diyalog


Renatus: Felsefe kavramları tanımlamaktır. Bana ahlakı sormuştun, önce ahlak’ı tanımlayalım. Ahlak akıllı varlıkların iyi-kötü gibi değerlere verdiği addır. Bu değerler evrensel kurallardır.

Alexandre: Yanılıyorsun Renatus, ahlaki kuralların evrensel olması için bir sebep yoktur. Ahlak toplumdan topluma kişiden kişiye farklılık gösterebilir.

Renatus: Alex’in konuşmamın hemen başındaki itirazı ilginç, siz de izin verirseniz onu anlamak isterim. Dostum öncelikle kural denildiğinde ne anlıyorsun öğrenmek isterim.

A: Kural dediğimiz şeyler kişisel kabullerdir, bu toplumla ortak ola da bilir olmaya da bilir?

R: Alex bu ne derin manalar içeren bir tanım, seni keşfetmek bana büyük mutluluk verecek. Ancak kişisel kabullerin kural olabileceğini söyledin doğru mu.

A: Kural zaten kişisel kabuldür, doğru anlamışsın renatus.

R: Peki sence bu kişisel kabuller başkalarının aklı tarafından reddediliyorsa bu hala kural olabilir mi?

A: Evet, kaç kere daha tekrarlamalıyım bunu.

R: Bildiğin bir kural var mı?

A: Tabi örneğin kırmızı ışıkta geçmemek gerektiğine inanırım.

R: Söyle düşün Alex, diyelim ki buna inanan yalnız sensin. Yani başka akılların sarı ışıkta durduklarını düşünelim. Kırmızı ışıkta geçmemek hala kural olabilir mi?

A: Tabii ki hayır.

R: O zaman nasıl oluyor da yalnız senin aklının emrettiği şey bir kural olabiliyor

A: Sanırım Haklısın Renatus, o zaman görüşümü şöyle düzeltiyorum: Ahlak kuralları kişiden kişiye değil ama toplumdan topluma değişebilir. Örneğin, Başka bir toplumda sarı ışıkta durulması gerekebilir.

R: Alex sanırım bugün beni oldukça zorlayacaksın. Fakat bir noktaya açıklık getirmek istiyorum. Ben kırmızıda durmanın bir kural olduğunu savunmuyorum ben bir durumda ve belli bir süre içerisinde başkalarına yolu kullanma hakkı verilmesi gerektiğini savunuyorum. Eğer kimse kimseye yol vermeseydi herkes kaza yapardı ve yolculuğun amacı olan yol alma durumu ortadan kalkardı.

A: Söylediklerini tam olarak anlamadım.

R: Peki şöyle anlatayım. İki farklı ülkenin iki farklı dili olsun. X ülkesinde “u” harfi öldürün demekken Y ülkesinde “u” öldürmeyin demek. Her iki ülkede de o ülkedeki korumalarına emir verip masum bir insanı öldürebilirsin. X ülkesinde “u” demek yanlışken Y ülkesinde “u” demek doğrudur.

A: Sonunda benim dediğime geldin.

R: Sanmıyorum. Çünkü esas olan ortaya konulan niyettir. Sen “u” veya başka bir harfi kullanırken adamı öldürmek için kullanırsan bu yanlıştır ancak o harfi adamın öldürülmesini engellemek için kullanırsan yaptığın doğrudur. Yani ahlakın temeli eylem değil niyettir.

A: Sanırım şimdi bir şeyler kafamda oturmaya başladı Sir.

R: Şimdi diğer iddiana gelelim. Ahlak kuralı toplumsal bir kabuldür dedin. Bir şey toplumlar üstü değilse kural olamaz. Ayrıca ahlaki kurallar değişken de olamaz. Yani masum insanları öldürmek başka bir toplum için doğru olabilir mi?

A: Ahlak toplumsal kabuldür eğer o toplum öyle söylüyorsa o toplum için masum insan öldürmek doğrudur.

R:Burası çok önemli bir nokta. Öncelikle toplum kavramını bir tanımlayalım. Toplum insanların bir araya gelmesidir. Bu durumda insanların her biri için geçerli olan ahlak toplum içinde geçerlidir diyebiliriz. Fakat bu durumda yine ahlak bireysel bir kavram olabilmelidir ki bunun mümkün olmadığını gösterdik. Ayrıca toplum için bir sınırımız da yoktur aile de insanlık da bir toplumdur.

A: Hayır Renatus bence toplum ortak sözleşmeyle mümkündür yani ahlak devletden devlete değişebilir demek istedim.

R: İyi ama devlet bir akıl değildir, iradesizdir, karar veremez. Devletin kurallarını koyan yine kişilerdir yani yine bireydir ki bireyin özgün isteklerinin ahlak olamayacağını göstermiştik. İrade yalnız bireye mahsustur.

A: hmm sanırım haklısın Renatus, o zaman peki ama ahlak ne olabilir.

R: Buraya kadar bireysel isteklerin ahlak olamayacağını gördük. O zaman ahlak evrensel olmalıdır öyle olmalıdır ki herkes tarafından kabul edilsin

A:İnsanlar arasında görüş ayrılıkları vardır bu mümkün değil

R: Her konuda ayrılık yoktur örneğin aklın ilkeleri sabittir. 3+2 bütün akıllara göre 5 eder. Ahlak da o zaman böyledir.

A: Peki ama bir ilkenin ahlaklı olup olmadığını nasıl anlarız?

R: Ahlak ilkeleri çelişkisiz olmalıdır.

A: Bir örnek verir misin?

R: Örneğin biri insanlar isteğe göre öldürülebilir desin. Biz bunun her yerde zamandan aşkın olarak uygulandığını ve temel bir kural olduğunu hayal etsek çelişkiye düşerdik. Birinin başkasını öldürmek istemesi onun diğerini ve sonunda herkesin herkesi öldürmek istemesi olarak ortaya çıkar sonuç olarak herkes bir diğerini öldürmek isteyeceğinden öldürmek isteyecek bir birey kalmaz. Eğer bir birey kalırsa da kendini öldürmek isteyeceği bir an olacağından kendi de ölecektir. Ya da hırsızlığı ele alalım ve herhangibir şey düşünüp onu çalmanın ahlaki olduğunu düşünelim. Bu da çelişkilidir. Çünkü herkesin bunu yaptığını düşündüğümüzde hırsızlık kavramı ortada kalmaz çünkü her şey ortak kullanım malına dönüşür. Sahiplik olmayınca hırsızlık zaten imkansızdır.

A: Bunlar çok cesurca iddialar. Peki ama adam öldürmek bazen doğru olabiliyor. Örneğin 80 kişiyi öldüren birini öldürmek neden yanlış olsun ki.

R: Haklısın, ama biz diyoruz ki ahlakta belirleyici olan niyettir. İradesiyle Yanlış yapan yaptığını yaşamayı hak eder.

A: Peki Tanrı bunun neresinde?

R: En iyiye ulaşmaya çalışmak ahlaki bir zorunluluktur. Biz en iyiyi istemeliyizdir, amaç edinmelidir. Yani en iyiyi amaç edinmek bir ahlaki kuraldır. Ahlaki kuralların hepsi gerçek olduğundan en iyi de gerçek olmak zorundadır. Fakat yaşadığımız hayat en iyiyi göstermez. En iyiyse ancak bir sonraki hayatla mümkündür çünkü iyiler ödüllendirilmeli ve kötüler cezalandırılmalıdır. Bunu yapabilecek tek varlık da Tanrıdır. Sonuç olarak Tanrı zorunluluk olarak vardır ve mutlak iyidir.

A: Peki bu tarz yalnızca mantıki olarak kanıtlanan varlığa ibadet edilsin onun varlığını yalnızca bilebiliriz.

R: Söyle bana Alex, birisi ölümü göze alarak gerçeği haykırıyorsa bu kişi saygıyı hak etmez mi? Ya da kimsesiz çocuklara onların mutlu olması için yardım eden bir adam.

A: Tabi ki hak eder.

R: Bu insanlar saygıyı hak ediyorsa mutlak iyi olan Tanrı bizim duyamayacağımız kadar saygı hak eder. İşte ona ibadet ona duyulan saygıdır.

A: Peki birisi derse ki “ahlaki kuralların kökeni vicdandır, Tanrı değildir” buna ne cevap vermeliyiz.

R: Vicdandan kastın nedir?

A: Vicdanı vücudumuzdaki her hangi bir arzu gibi davranışlarımızda bizi etkileyen bir arzu olarak tanımlıyorum.

R: Ahlaki kuralların kökeninin vicdan olması zaten Tanrı inancıyla çelişmez. Ancak bana kalırsa vicdan yeterli bir açıklama olamaz. “Örneğin neden vicdana uygun olan tercih edilmelidir ve vicdana uygun bir şekilde davranılmalıdır?” gibi bir soru bu durumda cevaplanamaz. Çünkü vicdan başka arzularla çatışabilir. Örneğin birinin yemeğini çalmak istersin ama ahlaki açıdan bu kötüdür. Eğer ahlaki açıdan kötü yapan şey vicdansa neden birisi vicdanın dediğini arzularının dediğine tercih etmelidir. Ya da şöyle düşünelim. Birisi geniş bir ev arzularken birisi daha bakımlı ama dar bir ev arzulayabilir. Biz ne geniş evi alanı ne de dar evi alanı kınamayız veya cezalandırmayız. Çünkü bunu onun bir hakkı olarak görürüz. Ancak biz hiç kimsenin birini öldürmesine saygı duymayız. Yani ahlaki yetilerimiz arzuların dünyasından çok daha farklı özellikler taşır.

A: Tanrı’yı düşünmeden bir ahlak temellendirilemez mi peki?

R: Doğa ahlaki istençlerimize cevap veremeyeceğinden “her şey doğadadır” diyen her görüş yanlıştır. Ahlakın kendisi zaten Tanrıya götürür. Dolayısıyla birinin ahlakı Tanrısız temellendirmesi mümkün değildir.

A: Bugün belki de beni yendin Renatus, ancak bu böyle bitmeyecek!

15 Haziran 2017 Perşembe

Düşünmenin metodu





Uzun süredir bildiğim her şeyin doğruluğunu sorguluyorum. Bu süreçte politikadan dine, tarihten psikolojiye kadar birçok alanda farklı görüşlerin doğru olduğunu anladım. Beni yanlışa sevk eden şeylerden kurtulmanın zamanı geldi geçiyor bile. Burada şu soru sorulmalıdır: İnsan neden yanlış inançlara sahiptir, zihinsel süreçte nasıl bir yol hakikate ulaştırır? Rasyonel düşünme nedir?

Öncelikle rasyonel olan akli olandır yani aklın “doğru” dediğidir. Rasyonel olan her rasyonel varlık tarafından kabul edilen görüştür yani aklın ilkeleri evrensel nitelik taşır(örneğin matematik,ahlak). Tıpkı matematikte ve ahlakta ortaya çıktığı gibi rasyonel aklın kuralları vardır ve bunlar değişmez. Örneğin 2+4=6 önermesi değişime açık değildir. Ya da üçgenin iç açılarının toplamının 180 derece olması. Nedenin sonuçtan önce var olması vs. Dolayısıyla düşüncelerin akla uygunluğunu test ederken arayacağımız ilk şey kuralları olması ve evrensel olmasıdır. Rasyonel düşünce Aklın doğayla ilişkisindeyse en iyi açıklamaya yönelmek demektir. Örneğin rasyonel akıl dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyecektir. Çünkü yuvarlak olmasıyla ilgili kanıtlar düz olmasıyla ilgili olan kanıtlardan çok daha kuvvetlidir. Dolayısıyla rasyonel akıl dış dünyayla ilişkisinde daha olası olanı seçer. Örneğin hiçbir rasyonel varlık dünyaya olası bir meteor çarpımına karşı tedbir almayız çünkü bu çok çok düşük olasılıktır. Ya da kimse ortada hiçbir sebep yokken “yarın belki beni yıldırım çarpabilir” diye düşünerek paratonerle çıkmaz dışarıya. Görüldüğü gibi doğayla alakalı yargılarda da rasyonel akıl evrenselliğini sürdürür.

Öncelikle şunu bilmeliyiz ki bilgimizi, düşüncelerimizi ve kararlarımızı etkileyen 4 temel etmen vardır. Bunlar: Bilinçaltı, kültür(toplum), duygular ve akıl.

1.Kültür ve toplumun rasyonelliği:

Kültürümüz düşüncelerimizde çok büyük bir rol oynar: Örneğin erkekler neden etek giymemelidir ya da neden büyüklerin eli öpülür vs. Toplumsal olan evrensel bir kural görevi göremez. Fakat bu toplumsal olan akıl dışıdır demek de değildir çünkü toplumsal olup akla uygun olan da birçok şey vardır. Örneğin insanlara selam vermek toplumsal bir şeydir ancak insanlara selam vermemekten oldukça daha makuldür. Dolayısıyla biz toplumsal şeylerin rasyonel ya da irrasyonel olduğunu kesin olarak söyleyemeyiz. Toplumsal olan şeyler kültür gelenek semboller vs non-rational’dır. Dolayısıyla toplumsal olan her şey akıl tarafından sorgulanmalıdır. Böylece rasyonel olup olmadığı anlaşılır.



2.Bilinçaltı:

Bilinçaltı deneyimlerimizi fark etmeden depolayıp yorumladığımız fikirleri barındıran sistemdir. Zihinsel kimliğimizin %90’ını bilinçaltı oluşturur. Dolaysıyla bu sistem inançlarımızda çok önemli bir rol oynar. Örneğin arka planda bir müzik çalarken kötü bir olay yaşayın. Aynı müzik bir başka ortamda çalınca zihin irrasyonel olarak tekrar kötü bir şey yaşayacağınızı düşünür. Bilinçaltında inançları ayıklayabilecek bir mekanizma gözükmemektedir. Dolayısıyla bilinçaltı tarafından oluşturulan inançlar da rasyonel değildir. Ancak bana kalırsa irrasyonel de sayılmaz. Çünkü fark edilmeyeni depolayan bilinçaltı zaman zaman bizim fark etmediğimiz tehlikelere karşı da bizi uyarabilir. Sonuç olarak bilinçaltı da non-rationaldir ve aklın süzgecinden geçirilmelidir.



3.Duygular: Belki de rasyonel olmadığı en açık şeydir. Örneğin akla müracaat etmeden sevdiğimiz insanların söylediklerini doğru olarak kabul ederken sevmediğimiz birininkine yanlış diyebiliriz. Bazen o kadar ileri gideriz ki sırf bazı şeyleri sevdiğimiz için onlara akli kılıf uydurmaya çalışırız. Bazen bir kediyi çok severiz ve bu hayvanların dünyanın en üstün varlıkları olduğunu düşünebiliriz. Ancak bunların hiçbir rasyonel yani yoktur. Bu inançlar da test edilmeden önce güvenilmezdir.



Aklın doğru çalışması ve rasyonel bir şekilde düşünebilme ancak duyguların bilinçaltının ve kültürün etkileri ortadan kalkınca mümkündür. Rasyonel bir birey duygularıyla bilinçaltıyla ve kültürle karar veremez. Veya hiçbir görüşünü bu üçüyle temellendiremez.




2 Haziran 2017 Cuma

Politeizmin 2 basit çıkmazı




Naturalist ateizm sanılanın aksine son yüz yılda ciddi biçimde zayıflamıştır. Felsefi olarak tutarlı yanı yok denecek kadar azdır. Bu nedenlerle Ateistler önümüzdeki yıllarda daha çok politeist görüşlere sarılacaktır. Bütün politeist görüşlerin felsefi anlamda oldukça büyük açmazları vardır.Bu konuyla ilgili onlarca argüman verilebilir fakat ben yeterli olacağını düşündüğümden yalnızca ikisini vereceğim: Birincisi hiçbir politeist iddia “hakimiyet” problemini çözemez. İkincisi doğadaki kanunlar ve düzen politeist görüşler tarafından açıklanamaz.



1.      Hakimiyet problemi: Tanrı kavramı en basit şekilde her şeyin sebebi olan fakat sebebe ihtiyacı bulunmayan, her şeyi bilen, her şeye hükmeden, iradesiyle her şeyi yaratan, yöneten ve eksiksiz olan varlıktır. Dolayısıyla her şeye hükmedendir. Eğer bir varlık hükmedilense ya da hükmedemiyorsa yani sınırlı özelliklere sahipse bu varlığın tanrı olması mümkün değildir çünkü Tanrı nedene ihtiyaç duymayandır. Ayrıca eğer Tanrıya hükmeden onu sınırlayan bir güç varsa asıl Tanrı odur çünkü Tanrı eksiksiz sınırsız ve nedensiz olmak zorundadır. Sınırlı sonlu her varlık nedene ihtiyaç duyar. Akıl yürütme sonsuza kadar gidemeyeceğinden her şeye hükmeden ama hükmedilemeyen ve her şeyin nedeni olan bir varlık vardır diyebiliriz. Bu tanımlamalardan şu noktaya geçebiliriz: Eğer Tanrıdan başka bir Tanrı varsa ya 1.Tanrı ona(2.tanrıya) hükmedebilir ya da edemez. Eğer hükmedemezse 1.Tanrı, Tanrı olamaz eğer edebilirse 2.Tanrı, Tanrı olamaz. Sonuç olarak hakimiyet yalnızca bir varlığa hastır.

Not : bu eleştiri irade problemi, mükemmellik ve sonsuzluk problemi olarak dallandırılabilir fakat ben bir tanesini vermekle yetiniyorum.



2.      Doğadaki düzen: Amerikada İskandinavyada avusturalyada marsta ya da en uzak yıldızda aynı kurallar ve düzen geçer. Eğer Tanrıdan başka bir tanrı daha olsaydı her yerde aynı kurallar geçen düzenli bir doğa beklenmezdi. Çünkü o da belli bölgelerde kendi sistemini kurardı. Düşünün ki dünyada ve güneş sisteminde geçerli olan kanun yerçekimiyken Plutondan sonra yer itimi kanunu geçerli olabilirdi yani bir yerde kütle çekerken bir başka yerde kütle itebilirdi. Bir yerde demir iletkenken bir başka yerde iletken olmaya bilirdi. Belli bir zamana kadar su ısıtılınca kaynarken bir zamandan sonra su soğutulunca kaynayabilirdi. Bir yerde elektronlar eksi yüklüyken evrenin başka tarafında artı yüklü olabilirdi. Dolayısıyla evrende tamamen kaos hakim olurdu. Fakat biz biliyoruz ki doğa yasaları her yerde geçerli. Dolayısıyla yalnız bir tane Tanrıdan bahsedebiliriz.

Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka ilahlar olsaydı, (gökler ve yer) kaos içinde mahvolurdu: işte bu nedenle O her şeyden yüce olan Allah, O mutlak otorite sahibi, onların yakıştırdıkları her şeyin ötesindedir.” 21.22

“De ki: 'Sizin ortak koştuklarınızdan hakka iletecek olan var mıdır?' De ki: 'Allah hakka iletir. Öyleyse hakka ileten mi uyulmaya daha lâyıktır yoksa kendisi yöneltilmedikçe doğru yolu bulamayan mı? Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz!'” 10.35

1 Haziran 2017 Perşembe

Şüphe kavramı, felsefedeki yeri ve İslamın konuya bakışı


Şüphe bir şeyin varlığına veya herhangi bir özelliğin (property) gerçekliğine ilişkin akıl yürütmedir. Ayrıca şüphe akıl yürütmenin kesin bir gerekliliğidir her türlü akıl yürütme soru sormaktır ve soru şüpheyi içerir. Şüphe kavramı felsefede değişik sistemlerde farklı şekillerde ele alınmıştır. Dolayısıyla şüpheden kasıt farklılık gösterebilir. Ben şüpheyi ikiye ayırıyorum. Birincisi şüpheyi amaç edinme: Bu septiklerin düşünüş biçimidir onlara göre şüphe içerisinde kalmak ilk tercih edilen yoldur ve şüphe zayıf da olsa her türlü görüşe tercih edilir. Bu görüştekiler dış dünyanın varlığının, bizim varlığımızın zamanın ve mekanın varlığının hatta bazıları matematik ve mantık kurallarının vb. şüpheye açık olduğunu söylerler ve bütün bunlarda şüpheli bir pozisyon(agnostik) alırlar. İkinci görüş ise Rasyonalist filozoflar ve bazı ampirist filozoflar tarafından tercih edilen şüpheyi araçsallaştırmadır. Bunun en tipik örneği Kartezyen sistemdir. Kartezyen sistem şüpheyi doğru ve hakikate ulaşmak için bir araç olarak görür. Descartes meditasyonların hemen başında bildiklerinin hepsini şüpheye attığını ve bir başlangıç noktasına ihtiyacı olduğunu belirtir. Daha sonrasında “düşünüyorum öyleyse varım” önermesini başlangıç noktası yapar ve şüphelerden kurtulmaya çalışır. Böylece Tanrının ve dış dünyanın var olduğunu saptar ve rasyonel felsefesini inşa eder. Aynı şeyi Platon içinde söylemek mümkündür. Platon duyumların gerçeklikle olan ilişkisinden şüphelenir ve idealar dünyası diye bütün cisimlerin özünü içeren bir alemin varlığını iddia eder. Aynı şey Kant içinde geçerlidir. Her ne kadar Kant Saf aklın eleştirisi adlı kitabında aklın sınırlarına dikkat çekse de pratik aklın eleştirisinde ahlaki önermelerin kaynağının tecrübeler olduğu iddiasından(Hume’un iddiasıdır) şüphe duymuştur ve rasyonel ahlakı inşa etmiştir. Amaçsal şüphenin araçsal şüpheden en büyük farkı araçsal şüphenin sonuç istemesidir araçsal şüphe rasyonel karar vermek için çalışır. Örneğin suyun 100 derecede kaynadığını defalarca tecrübe ettiğinden bir sonraki suyun da 100 derecede kaynayacağını düşünür. Fakat şüpheyi amaçlayan filozoflar insan gözleminin doğru olup olmadığının şüpheli olduğunu söyleyerek suyun yüz derecede kaynayıp kaynamadığının bilinemeyeceğini söylerler. Onlar için suyun milyonlarca defa aynı sıcaklıkta kaynaması da karalarını değiştirmeye yetmez çünkü şüphe onlara göre her zaman tercih edilmelidir.



Felsefede savunulamayacak tek görüş savunulamayacak bir görüş olduğudur. Şüpheyi amaç edinen görüşler matematikten mantıktan bile şüphe edebilir bu demektir ki 2+2=4 önermesi şüphelidir ve şüphe sonucun 4 olduğu yaklaşımına tercih edilmelidir. Dolayısıyla 2+2’nin cevabı kısaca “bilmiyorum”dur. Bu tarz bir şüphe için felsefe de anlamsızlaşacaktır. Eğer bütün insanların ölümlü olması insan olan sokratesin ölümlü olduğunu zorunlu olarak sağlamıyorsa felsefe tamamen gereksizdir. Zaten akıl ve gözlem şüpheli olduğunda bilim kesin anlamda imkansızlığa gidecektir. Doğanın varlığı bile bilinemezdir. İskoç filozof David Hume nedenselliğin bir alışkanlık olduğunu ve nedensel ilişkinin zorunluluk içermediğini savunur. Bu demektir ki bilyeyi her yere atışımda bilyenin düşeceği kesin değildir. Yer’in çekip çekmeyeceği belirsizdir.



Nedensellik eleştirisi ve diğer idealist eleştirilerin değerli olduğunu düşünmekle beraber amaçsal bir şüpheciliğe karşıyım. Bana göre sağlıklı bir akıl yürütme üç aşamada oluşur. Öncelikle soru tespit edilir, sonra veriler ortaya konulur daha sonraysa en mantıklı olan seçilir, son olarak aksine delil gelene kadar verilen karar gerçeklik olarak kabul edilir. Bir şeyin en mantıklı olması için nasıl bir ölçüt kullandığım ve ne zaman seçim yapıp ne zaman agnostik kalınmasından taraf olduğum başka bir yazının konusu olabilir. Fakat formülü kısa bir şekilde örneklendireyim. Soru suyun kaç derecede kaynadığı olsun, suyun kaynama sıcaklığı farklı yerlerde ve farklı şekillerde defalarca test edilmiştir. Suyun yüz derecede kaynadığını gösteren birçok veri varken ve aksine bir delil yokken bir sonraki suyun da yüz derecede kaynayacağını beklemek oldukça mantıklıdır. Aksi bir delil olmadığı sürece suyun yüz derecede kaynadığından da şüphe duymam için bir sebep yoktur.



Kurandaki düşünme ve şüpheciliğe bakış

(Not: Aklıma gelen ilk ayetlerin numaralarını yazacağım örnekler fazlasıyla çoğaltılabilir.)

Kuran’ın hiçbir yerinde akıl eleştirisi yoktur. Kuran insanın aklına güvenebileceğini esas alır. Kuran kendini akılla temellendirir. (10.100, 10.35, 3.118 , 30.24 vb.) Kuran defalarca düşünülmeden kabul edilen şeylerden şüphe duyulmasını ve akıl süzgecinden geçirilmesini emreder.(2.170 vb.)

Bilinenin aksine Kuranda naturalizme getirilen eleştirilerin kat ve kat fazlası amaçsal şüpheciliğe getirilir. Kuranda şüphecilik sert biçimde kınanır ve şüpheden uzak durmak öğütlenir.

“Hak Rabbindendir. O halde sakın şüphe edenlerden olmaHak Rabbindendir. O halde sakın şüphe edenlerden olma.” 3.60

Kuran kendinin Allah’ın kitabı olduğunu kanıtlamak için veriler sunar: Benzerinin ortaya konulamayacak olması (2.23), mantıki çelişki içermemesi(4.82), fıtratla olan uyumu (30.30) önceki taplarla uyumu(10.94)vb. bunlara modern kozmolojiyle uyumu (21.30, 51.47, 22.47) doğadaki fenomenleri ortaya koyması, ontolojisinin mükemmelliği gibi şeyleri ekleyebiliriz. Bütün bunlar ortaya konulduktan sonra Kuran aksine delilleri de çürütür.( bkz Tur suresi vb.) Fakat daha sonrasında amaçsal şüpheyi bütünüyle reddeder ve aklın işaret ettiği yolu emreder. Zaten daha öncede bahsettiğim gibi amaçsal şüphenin reddetmeyeceği hiçbir delil de yoktur.

“Hakikat şu ki, haklarında Rablerinin yargısı kesinleşenler asla iman etmeyecekler. Kendilerine her türlü kanıtlayıcı belge gelse bile, ta ki (öte dünyada kendilerini bekleyen) o çok can yakıcı azabı gözleriyle görünceye kadar...” (10.96-97)

Ayrıca akıl yürütme sonuca ulaştıktan sonra herhangi bir gereksinim olmaksızın şüpheye düşmek de mantıksızdır. Örneğin descartes’ın felsefesini “düşünüyorum öyleyse varım” önermesine dayandırdığını söylemiştik. Eğer Descartes bu ilk bilgi konusunda şüphe duymaya devam etseydi hayatı bu şüpheyle uğraşmakla geçeceğinden hiçbir ilerle sağlayamazdı. Ek olarak eğer bilim adamları evrende yasaların olduğuna dolayısıyla bilimin mümkün olduğuna karar verdikten sonra tekrar geriye dönüp doğa yasalarının varlığından şüphelenmeye devam etseler hiçbir bilimsel gelişim mümkün olmazdı. Veya kırmızı ışıkta durduğunuzu ve gözünüzün güvenilir olduğunu bildiğinizi hayal edin. Daha sonrasında yeşil yandığında geçmeniz gerektiğini bilirsiniz fakat eğer siz gözünüzün doğru görüp görmediğinizi tekrar şüpheye atarsanız o ışıktan hayatınız boyunca geçemezsiniz. Dolayısıyla dinde veya herhangi bir konuda veriler incelenip kanaate varıldıktan sonra yeni bir delil yokken sürekli şüpheye düşmek mantıksızdır.

Kuran İbrahim üzerinden metot öğretir:

76.
Üzerine gece karanlığı basınca bir yıldız gördü. "İşte Rabbim!" dedi. Yıldız batınca da, "Ben öyle batanları sevmem" dedi.
77.
Ay'ı doğarken görünce de, "İşte Rabbim!" dedi. Ay da batınca, "Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse mutlaka ben de sapıklardan olurum" dedi.
78.
Güneşi doğarken görünce de, "İşte benim Rabbim! Bu daha büyük" dedi. O da batınca (kavmine dönüp), "Ey kavmim!" Ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım" dedi.
79.
"Ben hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben Allah'a ortak koşanlardan değilim."



Burada İbrahim toplumun tanrı olarak tanımladığı varlıkların tanrı olduklarından şüphelenir. Elde ettiği verilerden bu varlıkların mükemmel, sınırsız, her şeye gücü yeten gibi vasıflara sahip olmadığını görür. Sonunda veriler ışığında bunların tanrı olmasının aklen kabul edilemez olduğunu görür ve bütün eksikliklerden uzak, mükemmel olan varlığı keşfeder. Dolayısıyla İbrahim şüpheyi araç olarak kullanarak hakikate ulaşır.

Sonuç olarak akıl yürütmenin bir gereği olan şüphe doğruya giden yolda oldukça faydalıdır. İnsan yanlış bilgiden ancak o bilgiyi sorgulamasıyla kurtulabilir. Ancak şüpheyi sürekli hale getirmek e amaçsallaştırmak kabul edilemezdir ve rasyonel mantıktan uzaktır. İslam için sorgulamak doğruya giden yokken amaçsal şüphe şeytanın oyunudur.

Bakara suresi, ayet: 164-“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, ALLAH’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.”


16 Mayıs 2017 Salı

Naturalist ateizme bir eleştiri




Naturalist Ateizm her şeyin doğadan maddesel süreçlerle açıklanabileceğini iddia eden madde ötesini tamamen reddeden felsefi görüştür. Bugün akademide de yaygın olan görüş budur denilebilir. Fakat belki de yaygın olmasından kaynaklanıyor olsa da Teizmin bu görüşle fazla muhattap olduğunu düşünüyorum. Hatta şunu da rahatlıkla söyleyebilirim ki natüralist ateizmi teizme tercih etmek için hiçbir sebep yoktur. Matematik neden evrene uyar, neden evrende çeşitlilik vardır, hassas ayarlar nereden geliyor, evrenin başlangıcı olması ne anlama geliyor, ahlak nereden geliyor,irade, bilinç nedir ve neden vardır, bilim yapma potansiyeli neden var, bigbang teorisi , evrim teorisi vs. Bütün bu konularda teizmin natüralist ateizmden kuvvetli olduğunu düşünüyorum. Naturalist-ateist görüş bunlar arasında o kadar çaresizdir ki iradeyi bilinci ve ahlakı reddetmek zorunda kalır. Diğerleriyle ilgiliyse elle tutulur açıklamaları yoktur. Çok yaslandıkları evrim teorisinde bile ”ne oluyorda insan evreni anlayabilecek düzeyde zihinsel yapılara sahip olabiliyor” gibi çok basit bir soruyu cevaplayamaz. Hele ki her türlü metafiziği reddederken evrim teorisindeki metafiziki açıklamaları oldukça dikkat çekici. Naturalist ateizm belki de en zayıf felsefi görüştür. Bana kalırsa ateizmin tek çıkar yolu septisizm kaynaklı bir hazcılıktır. Yani “bilim din vs bilinemez, neyi seversen onu yap” tarzında bir görüştür ki bu görüş kapitalizmi araçsallaştıranlar için de uygundur.  



Bana göre Teizm ve İslam entelektüel anlamda altın çağını yaşıyor. Gerek bilimdeki gerek felsefedeki yeni yönelimler de bu görüşleri destekliyor. Yapılması gereken en önemli şeyler değerle yaşamak ve insanlara duyurmak

Tasarım argümanına eleştiriye cevap ve Dawkins’in bir başka hatası


1-      Tasarım nedir, tasarımdan ne kastediyoruz?

2-      Evrim Teorisinin doğruluğu nasıl mümkündür?

3-      Dawkins’in tasarım karşıtı argümana cevap?

4-      Evrenin potansiyeli argümanı?



Tasarım nedir?

Tasarım bir şeyin amacına uygun olarak şekillendirilmesidir. Bir şeyin tasarım olup olmadığının anlaşılması için o şeyin amacını düşünmek ve amacına uygunluğunu test etmek gerekir. Ayrıca tasarım “büyük fotoğrafın” ürünüdür. Şunu kastediyorum: Eğer Picasso’nun herhangi bir tablosunu alıp ona yaklaşıp büyüteçle bakarsanız baktığınız şeyin tasarım olup olmadığını anlamanız mümkün olmaz. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi tablonun yapılış amacı bütün olarak bir mesaj vermektir, ikincisiyse tabloda bir çizgiye takılıp resmin tamamını düşünmeden onu anlamaya çalışmak saçma olur. Örneğin evinizdeki eşyaların rastgele mi yoksa belli bir tasarımla mı yerleştirildiğini anlamak şöyle mümkündür. Örneğin oturma odasında çamaşır makinesi varsa siz bunun tesadüfi bir dizilim olduğunu düşünürsünüz çünkü çamaşır makinesi oturma odasının amacına uygun değildir. Dolayısıyla bir şeyin tasarım olup olmadığını anlamak için amaca uygunluğunu göz önünde tutmalı ve bütünle birlikte düşünmeliyiz.  Bütünü düşünmeden parçada tasarımı anlamanın hatası da şuradadır: Bir araba düşünün ki egzoz borusu boğumlu olsun. Sizin bu arabanın tasarım olduğunu açıklamanız için egzoz borusunun neden düz değil de boğumlu olduğunu açıklamanız gerekmez. Eğer biz bir şeyin tasarım olduğunu söylememiz için her şeyi açıklamamız gerekirse bu konuda hiçbir zaman karar veremeyiz. Örneğin ben önümdeki bilgisayarın tasarım olduğunu anlamak için ekran kartının şeklinin neden dikdörtgen olduğunu açıklama ihtiyacı duymuyorum. Birisinin ekran kartının şeklinin neden öyle olduğunu anlamaması da bilgisayarın tasarımlanmadığı anlamına gelmez.



Evrim teorisinin doğru olması nasıl mümkündür?

Evrim teorisinin doğru olması ancak insanın rasyonel bir varlık olmasıyla mümkündür. Köpeğiniz samanyolu galaksisinin hareketiyle ilgili bir yorum yapsa muhtemelen onu dinlemezdiniz. Eğer insan da irrasyonelse yaptığı bilimsel teorilerin doğru olması için hiçbir sebep yoktur. Rasyonel olan insanın evrimi anlaması için evrimsel sürecin rasyonel insana sebep olacak potansiyele sahip olması gerekir. İnsanın teorilerinin doğru olması da yalnızca evrimsel sürecin bir amaca yönelik olmasıyla mümkündür. Aksi takdirde “ne oluyor da insanda evreni anlama potansiyeli var” gibi soruları cevapsız kalacaktır. Evrenin evrimi çıkaracak potansiyelini biradan açıklayacağım. Ayrıca insanın zihinsel yapısının tesadüfi bir süreçte ortaya çıktığına inanan birinin evrim teorisine inanmak için hiçbir rasyonel temeli kalmayacağını iddia ediyorum. Bunun sebepleri için Alvin Plantinga’nın “natüralizme karşı evrimsel argüman” adlı makalesine bakılabilir.

 Dawkinsin eleştirisine cevap:

Richard Dawkins zürafanın gırtlağına giden bir sinirin kısa mesafeyi tercih etmektense metrelerce dolaştığını gösteriyor. Daha sonrasındaysa evrimsel sürecin bir tasarım olmadığıyla ilgili çıkarımını paylaşıyor. Dawkins burada farkında olarak ya da olmayarak kendisine yakışır bir hata yapıyor. Tasarım dediğimiz şey bir şeyin amacına uygunluğudur. Tasarım deliline cevap ancak onun amacına uygun olmadığını göstermekle mümkün olur. Tasarım nedir bölümündeki çamaşır makinesinin oturma odasında olmaması gerektiği sonucu buna örnek olarak verilebilir. Örneğin Dawkins rasyonel olmadığını gösterebilirse bu tasarım argümanına ciddi zarar verir çünkü dinler açısından insanın amacı dinlerin doğruluğunu anlamasıdır. İnsanın amacı doğru yolu anlaması ve o yolda yürümesi olarak gösterilirken eğer insan irrasyonelse bu iddiaların doğru olması için hiçbir neden kalmaz. Ancak insanın irrasyonel olduğunu göstermek demek her türlü bilimsel teoriyi çöpe atmakla mümkündür. Dolayısıyla benim düşüncem ateizmin yalnızca septisizmle mümkün olduğu yönündedir. Dawkins’in eleştirisi genişletilebilir. Örneğin insanın gözünün ve bir çok organının daha iyi olacağı söylenmiştir. Ancak bunların hiçbirisi insanın tasarım olduğu düşüncesine eleştiri getiremez. Çünkü bunların hiçbirisi amaca zarar vermez. İnsanın gözü, insanın evreni anlaması için gayet yeterlidir. Eğer insanın gözü veya diğer organları örneğin dinlerin doğruluğu ya da yanlışlığını anlama konusunda yetersizse işte o zaman tasarım argümanı zarar görür. Zürafadaki uzun sinir doğa açısından gayet normaldir. Çünkü evrimin mümkün olması için hiçbir hayvanın eksiksiz olmaması gerekir. Aksi takdirde bütün türler bir türün popülasyonunun çok hızlı artması ve diğer türleri yok etmesiyle birlikte evrimin mümkünlüğü ortadan kalkardı. İnsanın ölmesi de bir eksikliktir fakat bu tasarım olması iddiasına aykırı değildir. Örneğin insanın ölmemesi mümkün olsaydı bu tasarım argümanına zarar verirdi çünkü dinlerin ortaya koyduğu paradigmaya göre insanın varlığı ölme amacını da içerir. Dolayısıyla, eğer insan ölümsüz olsaydı bu tasarım argümanlarına ciddi zarar verirdi. Bir okulda bir sınıf düşünün. Bu sınıfta sıralar yoksa bu sınıfın amacına aykırı olduğundan tasarım olduğuna karşı ciddi bir argüman olabilir. Ancak bu sınıfta sıraların yerine masaj koltukları olmaması bu sınıfı kötü tasarım ya da tesadüfi yapmaz. Çünkü masaj koltuklarının sınıfta olması için bir sebep yoktur. Sınıfın amacı ders vermek olduğundan örneğin sınıfta bir mutfağa da gerek yoktur. Sınıfın amacını bilen hiç kimse “neden bu sınıfta masaj koltuğu yok ya da neden bu sınıfın büyük bir mutfağı yok” gibi bir soru sormaz. Dolayısıyla amaca etki etmeyen hiçbir şey tasarım argümanına zarar veremez. Böylece Dawkins’in eleştirisinin geçersizliğini göstermiş olduk. Fakat şu soru sorulabilir: Neden Tanrı evrimsel süreçte bir sinirin bu kadar dolaşmasına izin veriyor da kısa bir şekilde birleştirmiyor. Esasına bakacak olursanız bu soru ilk bölümde bahsettiğim detaylarda boğulma hatasına bizi götürebilir. Ancak birkaç mümkün sebep göstermek de fena olmaz. Örneğin eğer zürafanın benzer genetiği aldığı dolayısıyla benzer sinire sahip olan atası eğer daha kısa bir sinire sahip olsaydı bu zürafaların popülasyonunun ciddi bir şekilde artmasına sebep olurdu, bu zürafanın yediği bitkileri yok edebilir ve ekosistemin dengesini bozabilir ve belki de insanın ortaya çıkmasını engelleyebilirdi. Dolayısıyla zürafanın uzun siniri doğadaki çeşitliği korumuş olabilir. Dolayısıyla Tasarım argümanıyla bu örnek arasında en ufak bir çelişki yoktur. En başta da belirttiğim gibi arabadaki egzozun neden boğumlu olduğunu bilmeyen biri de arabanın bir tasarın olduğunu rahatlıkla anlar ki önemli olan da budur.


"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler ve dilediğine de erkekler bahşeder. Yahut onları erkekler ve dişiler olarak çift kılar. Dilediğini de kısır yapar. Şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir." Şura 49-50


Evrenin potansiyeli argümanı:
İyi bir filosof neden sorusunu sorar. Her iyi filozof da Leibniz'in sorusunu sormalıdır: Neden hiçbir şey yerine bir şey var? Ayrıca iyi bir filozof "neden evrende insanı, gözü, dna'yı, çeşitliliği, canlılığı vs. ortaya çıkaracak potansiyeli vardır?" sorusunu sormalıdır. Evrende bu fenomenleri ortaya çıkaracak potansiyelin varlığının açıklaması nedir sorusu ortaya konabilecek en önemli sorulardan biridir. Ben bu konuda bir kitaptan bir bölümü çok beğendim ve o kitaptakileri tekrarlamak istemediğimden bir kitap paylaşacağım
Bu kitaptaki 4. Argümana bakılabilir. Sn. Taslaman bu konuyu çok güzel açıkladığı için bir kez daha tekrarlamaya gerek duymuyorum. http://www.canertaslaman.com/wp-content/uploads/2016/07/Allahın-varlığının-12-Delili-revize.pdf

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Metafiziğin reddine karşı Evrim Teorisi, Bilimciliğin büyük hatası


Evrim teorisi ile ilgili görüşlerim açıktır: Canlılığın gelişimini açıklayan en iyi modeldir ve bu nedenle bu teoriyi şiddetle savunuyorum. Tasarımlanmış bir evrim mantığına inandığım için evrimin metafizik içermesi benim açımdan bir sorun oluşturmaz. Hatta benim için biyoloji tarihinin en kuvvetli teorisidir. Dini manada da İslamla bir sorunu olmadığını savunuyorum. Ancak burada bu konulara girmeyeceğim. 

Metafiziği şöyle tanımlıyorum: Tecrübelerin dahilinde olmayan; tecrübe edilemeyen, ya da edilmemiş.

Bilimcilik ve bilim kesinlikle aynı şey değildir. Bilim fenomenlerin işleyişini tanımlamaya(describe) çalışan disiplindir
Bilimcilikse bilimsel bir şey değildir. Bilimcilik dediğimiz görüş bilimin her şeyi açıklayabileceğini ve her şeyin bilimsel yollarla açıklanabileceğini savunan felsefi (?) bir görüştür. Her şeyin doğa olduğu görüşünü savunan görüş Natüralizmdir. Naturalizm ve Bilimcilik arasında yaygın bir ilişki vardır
Naturalist yaklaşımların, bilimci yaklaşımların metafiziği dışlayan iddiaları herkesin malumudur. Bu düşüncedeki insanlar her şeyin 5 duyu organıyla bilinebileceğini savunurlar. Bu iddialarının tutarsızlıklarını bir başka yazıda ele almıştım yanda görebilirsiniz. Ancak ben bu yaklaşımla yani metafiziği dışlayan yaklaşımın evrim teorisiyle tutarsızlığını göstermek istiyorum. Evrim teorisiyle naturalizm arasındaki çatışmayı Alvin Plantinga ele almıştı: “Naturalizme karşı evrimsel argüman, Evolutionary Argument against Naturalism” Bu argumanı tutarlı buluyorum ve bu çelişkiyi açıkladığını düşünüyorum. Ama burada bahsedeceğim konu daha çok bilimde metafiziğin olup olmadığı yani bilimsel iddiaların fizikötesiyle ilişkisi olmadığını söyleyen görüşleri de çürütmektir. Burada yapmak istediğim bilimi şüpheli göstermek, değişimin olmadığını söylemek ya da benzerliğin bir yanılsama olduğu değil. Fakat fizikötesini reddedenlerin yaptıkları büyük hatayı göstermektir. Daha uzun yazılar yazmak ve her kavramı tek tek açıklamak mümkün ancak ben bir paragrafla yetinmeye çalışacağım



Ne biliyoruz: Dünyanın yuvarlak diye adlandırdığımız bir şekle sahip olduğuyla ilgili tecrübemiz var, ya da şu an önümde bir bilgisayar olduğuyla ilgili tecrübemiz var vs. Tıpkı bunun gibi biyolojide de fosiller vardır. Birtakım fosiller olduğundan eminiz diye düşünüyorum. Bu bilgi tecrübelerimizle elde ettiğimiz bilgidir. Fosil duyu organları tarafından algılanır vs. Ancak evrim teorisinin iddiası bu değildir. Onun iddiası bu fosillerin zaman içerisinde değişime uğrayarak geldiğidir. Örneğin 3 fosili gözümüzün önüne getirelim: 1 milyar senesine ait bir balık gözü 200 milyon yıl öncesine ait bir kara hayvanı gözü ve 50 milyon yıl öncesine ait bir kuş gözü. Biz bu üç gözü inceleriz, bunlar arasındaki benzerlikleri göz önünde bulundurarak şu yargıya varırız: Bu üç göz bir değişim süreci içerisinde gelmiştir. Bu zaman aralığında bu 3 türle ilgili milyonlarca fosilimizin olduğunu ve bunlarında iddiamızı desteklediğini söyleyebiliriz. Fakat dikkat edin: Bizim “bu canlılar birbirlerinden evrimleşerek gelmiştir” iddiası tecrübenin bir konusu mudur yoksa zihnin koyduğu fizik ötesi bir durum mudur? Fosillerin varlığı kesinlikle tecrübeye dayalıdır fakat fosillerin birbirlerinden geldikleri tecrübe ötesidir çünkü onların benzer olduğunu ya da aralarında bir değişim olduğunu söyleyen bir deneyim yoktur, değişim göremez duyamaz koklayamayız vs. Sonuç olarak evrim teorisi metafizik bir iddiadır. Sonuç olarak doğa yalnızca şeyleri o zaman diliminde ortaya koyar. Hangi algımız bize bu fosillerin birbirinden geldiğini söyler? Hiçbirisi. Örneğin önümüze fosiller koyar bizim o fosiller arasında bir ilişki olduğunu söylememiz zihinseldir, hiçbir fiziki açıklaması yoktur.



Benzerlik kavramı için de birkaç şey söylemek isterim: Doğada benzerlik diye bir şey yoktur. Siz bazı şeylerin benzer olduğuna kanaat getirirsiniz. Dolayısıyla “bu iki fosil şu noktalarda birbirleriyle benzerdir” iddiası da tecrübeye dayanmaz. Hatta birisinin “bir şeyin başka bir şeyle benzer olmasının nesnel ölçüsü nedir” sorusunu sorması da naturalistleriçin ciddi sorunlar ortaya koyar.


Dolayısıyla Evrim teorisi metafizik iddialar içerir( nedensellik, benzerlik, gözlemlenemeyen geçmiş vb.) Bilimciler tutarlı olmak gerekliliğini hissediyorlarsa Evrim teorisini savunamazlar. Evrim gözlemin konusu değildir, geçmişten gelen fosillerin nasıl ortaya çıktığını değişip değişmediğini insan zihni yoluyla metafizik iddialarla açıklama çabasıdır. Bir Rasyonalist için ya da bir dindar için Evrime inanmak gayet tutarlıdır. Çünkü bu görüşler evrenin ve zihnin bir tasarım ürünü olduğunu savunur. Eğer insan zihni güvenilirse ve metafizik görüşler gerçekse her türlü bilimsel teori inanmak tutarlıdır.  


27 Nisan 2017 Perşembe

Sonsuzluk ve Tanrı


İskoç filozof David Hume, Tanrının sonsuz içeren sıfatlarını eleştirerek teist argümana eleştiride bulunur bu da şudur: Sizin dediğiniz gibi olsa, her şey dizayn edilmiş olsa bile bu Tanrının sonsuz kudret sahibi olduğunu göstermez yalnızca bu evreni yaratacak kudrete sahip olduğunu gösterir. Bu eleştiriden çok önce Rene Descartes bu tarz eleştirilere cevap vermiş ve sonsuzu göstermeye çalışmak yerine sonsuzu sınırı gösterilemeyen şey olarak tanımlar. Böylece Tanrının gücünün sınırsız olduğunu gösterir, kavram olarak Tanrıya ayırırken sonlu varlıklar olarak sonsuzu tam olarak kavramamızın çelişkiye neden olacağını düşünür. Tanrı sınırsız olduğu için sınırlı bir şey olması çelişki oluşturacağından imkansızdır. Bu nedenle tanrının bir sayı ya da cisimle tanımlanması olanaksızdır. Cisim sınırlarıyla var olur sınırlı olmayan şey cisim olarak tanımlanamaz çünkü görme yetisini aşar. Her ne kadar Tanrının sıfatlarındaki sonsuzluğu tam olarak kavrayamasak da nasıl olamayacakları konusunda bir bilgimiz oluşuyor böylece. Aksi takdirde sonlu bir Tanrının sınırının gösterilememesi mümkün olmadığından Tanrının bütün sonsuz sıfatları yok olur. Tanrı matematiksel bir sayıya da karşılık gelemez. 99999999999999999 sayısının Tanrı olduğu düşünüldüğünde yine sınırlılık atfedilmiş olur



Buradan Tanrıya sınırlılık ya da limit isnad eden bütün görüşlerin yanlış olmak zorunda olduğunu kanıtlarız. Bunun anlaşılması pek çok islam mezhebinin bazı görüşlerinde revizyona gitmesine sebep olur. Aynı zamanda birçok Hristiyan mezhebinin şahsı Tanrı olarak tanımlamasının da Tanrı tanımıyla çelişkili olduğu sonucuna varılır

20 Nisan 2017 Perşembe

Ahlak toplumsal yargılarla temellenebilir mi?



Bildiğiniz gibi Britanyada arabaların direksiyonları sağdayken ülkemizde ve diğer birçok ülkede soldadır. Herhalde hiçbirimiz “neden onların direksiyonu sağda diyerek” Britanya halkını kınamıyoruzdur. Bundan yaklaşık 70 sene önce Almanyada Yahudilerin yakılmasınaysa hala tepki gösteriyoruz değil mi? Herhalde hiç kimse ”o gün Almanlarda böyleymiş, kültürel farklılık” demiyordur bu duruma. Peki Britanya’da direksiyonun sağda olmasıyla Almanyada Yahudilerin yakılması arasındaki farkın kaynağı nedir? Ahlak yasalarının olduğuna inanırız herhalde herkese göre 3 yaşındaki bir çocuğun kafasını kesmek yanlış bir şeydir, bu olayın Marsta geçmesi ya da başka sebepler bunun kötü bir şey olduğunu değiştirmez. Dolayısıyla ahlak toplum kuralları ya da toplumun çıkarlarını gözetmek olamaz. Hala ikna olmamışsanız şöyle bir örnek vereyim. Düşününki dünyada siz hariç bütün insanlar 3 yaşındaki çocukların öldürülmesinin iyi bir şey olması konusunda uzlaştı. Siz toplumun kuralına isteyerek uyar ve “artık böyle” mi derdiniz yoksa bunu aptalca ve kötü bir eylem olarak mı görürdünüz? Anladığımız gibi toplum çoğunluk ve zamanın şartları gibi kavramlar ahlaktan uzaktır. Peki bu ahlakın ve yasalarının kökeni nedir? Bazı yerlerde fazla yağmur yağdığından dolayı birçok bitki ölmektedir bildiğiniz gibi. Peki biz yağmuru suçlar mıyız neden bitkileri öldürdün diye. Hatta doğadaki yaşamı göz önüne alırsak, bir sırtlanın aslanın avını çalmasını doğal bir eylem olarak mı yoksa yanlış bir eylem olarak mı düşünürüz? Peki insanı ayıran nedir çünkü yukarıdaki davranışı insan yapınca yaptığını kötü olarak nitelendiririz. Herkes hem fikirdir ki farklı olarak insan irade sahibi ve ahlakın bilgisine sahip bir varlıktır. Peki bu bilginin kaynağı neresidir. Bir az önce gördüğümüz gibi doğa ahlakın bilgisini içermez. Dolayısıyla bu bilgi doğa üstüdür. Şimdi bunun neleri çözdüğüne bakalım. İnsanın ahlakın bilgisine sahip olmasını açıklayacak muhtemel teorilerden natüralist ateizm yukarıda geçen ahlakın hiçbir yönünü savunamaz. Ancak Teizm bunun en iyi cevabını verir. Mutlak güç sahibi bir varlık insana irade ve ahlaklılık vermeye kadirdir. Ayrıca ahlakı yaymak iyi bir şey olduğundan Tanrının da ahlaklı olması sonucu çıkar ki bu teizm için bilinen bir şeydir. Kuranda da diğer kutsal kitaplarda da ALLAH’ın iyiliğinden bahsedilir. Bununla birlikte ahlaklılık evrenselleşme amacı da taşır. Ahlakın temel amacı en üstün iyiyi sağlamaktır. Bu en üstün iyilikse dünyada yoktur. Dolayısıyla en üstün iyinin gerçekleşmesi de ahiretin varlığıyla mümkündür. İyi olan Tanrı da bunu yaratmaya elbette kadirdir.

Naturalizmin bilgi anlayışına eleştiri

Caner taslaman ve Alper Bilgili hocaya selam ile
     
     Hemen hemen tüm natüralistler bütün bilgimizin 5 duyu organından ibaret olduğunu savunarak beş duyu organını aşan şeylerin bilinemeyeceğini düşünür. Yine birçoğu doğanın kesin olarak var olduğunu söylerler. Dolayısıyla bilimin mümkün olduğunu söyleyip kendi düşüncelerini bilimle de desteklemeye çalışırlar. Onların eleştirisini yapmadan önce algı ile gerçekten var olmak arasındaki farkı açıklamam gerekiyor.

    Algı dediğimiz şey öznel bir tecrübedir. Örneğin şu an bunu okurken bilgisayara bakmanız yazıları görmeniz Yukarıya baktığınızda gökyüzü arkaplanda çalan müzik gibi şeyleri algılarız. Peki algı gerçekten var olmayı gerektirir mi? Son gördüğünüz rüyayı düşünün pekala rüyada gökyüzü kan gözyaşı, gülümseyen yüz, Beethoven’dan bir senfoni, güzel kokan bir yemek vs. görmüş olabilirizsiniz. Bütün bunlar aslında yine algılanmıştır. Fakat rüyaların gerçek olmadığını kabul ederiz. Rüyanızda gördüğünüz şeylerin ,örneğin 3 kişiyi öldürdüğünüzü düşünün, gerçekte böyle bir olayın var olmadığını söyleriz. Dolayısıyla bir şeyin gerçekten var olması algılardan bağımsızdır. Nitekim idealist filosoflar bu durumun farkındaydı. “Dünyayı duyumlarım aracılığıyla yorumlarım. Bu nedenle, varolduğunu bildiğim tek şey duyu izlenimlerimdir. Örneğin bu elmanın varolduğunu söyleyebilir miyim? Hayır. Tüm söyleyebileceğim, onu gördüğüm, hissettiğim, kokladığım, tattığımdır. Bu bakımdan, gerçekte bir maddi dünyanın var olduğunu hiçbir surette söyleyemem."Kant der ki : the reality of external objects does not admit of strict proof. On the contrary, however, the reality of the object of our internal sense (of myself and state) is clear immediately through consciousness." Yani dış dünyadaki varlıkların gerçekliği kanıt kabul etmez. Ancak içsel duyumlarımız bilinç yoluyla anlaşılır.

Dolayısıyla bir naturalist(doğacı) için Nature(doğa)’ın var olduğunu gösteren hiçbir şey olamaz, yalnızca algılar vardır.

Bilim adamları bilim yaparken önlerinde bir şey olduğunu varsayar ve onu keşfetmeyi amaçlar. Fakat bir şeyin gerçekten var olup olmadığı bilinemediğinden bilim adamının yaptığı yalnızca algıları sınıflandırmaktan ibarettir ki gerçek varlıktan pek de bir şey içermez. Dolayısıyla algılarımız duyularımız gerçeğe ulaştırmakta zayıf kalıyor.


Naturalistlerin savunduğu şeylerden biri tecrübe dışında hiç bir şeyin olmadığıdır. Fakat bu kendi içerisinde tutarlı değildir

1.Bilinen her şey 5 duyu organıyla algılanılarak bilinir

2.İlk öncülün doğruluğu 5 duyu organının konusu değildir.

C. Bilinen her şeyin 5 duyu organıyla bilinip bilinemeyeceği bilinemez(çünkü 1. Önerme 5 duyu organının konusu değildir.)



Buradan da anlayabileceğimiz gibi her şeyin bilgisi yalnızca 5 duyu ile mümkündür önermesi 5 duyunun konusu olmadığından doğru ve yanlışlığı bilinemez. Yani natüralizmin doğru olduğu önermesi bile tecrübe dışı bir bilgiye muhtaç kalıyor.



Peki gerçekten sadece tecrübeyle mi bilgi alırız. Albert Einstein zamanın uzaya bağımlı olduğunu ağıt üzerinde keşfetti. Ya da Higgs bozonunun varlığını Higgs uzun yıllar önce matematikle ispat etti. Ademoğlu Cern’deki parçacık hızlandırıcıyı kurdu, deneyler yaptı ve Higgs in kağıt üzerinde matematikle bulduğu şeyin gerçekten var olduğu anlaşıldı.Peki ne oldu da Higgs 5 duyu organını kullanmadan bir şeyi gösterdi.Buradan da gözüktüğü gibi tecrübe dışı bilgi mümkündür.



Naturalistler için dış dünyanın varlığı ve bilim dahi bilginin konusundan uzakken, pekala ALLAH’a inanan insanlar için bu sorunlar kolaydır. Dürüst bir Tanrının insanı tamamen kandıran bir varlık olması beklenemez, evet insan sınırlıdır ancak gerçekten varlığın olmadığı yalnızca algıların olduğu fikri dürüst bir Tanrı tarafından yaratılmış olamaz çünkü insan için dış dünyanın varlığı bir gerçektir. Aksi takdirde insan kandırılmış olur. ALLAH’ın dünyayı gerçek olarak yarattığını düşünürsek dünyanın varlığını da keşfetmek ve bilim dolayısıyla pekala mümkündür.

Neden kesin bilgi isteği insanda var?


Ayrıca dikkat çekilmesi gereken şeylerden biri de insanın şüpheden uzak bilgi edinme arzusudur. Ne oluyor da insanda böyle bir arzu var. Bu arzunun karşılanması yalnızca ALLAH’ın varlığıyla mümkündür. Naturalist yaklaşımınsa neden insanda böyle bir arzu olduğunu açıklaması pek mümkün değildir. Gösterdiğim gibi ALLAH'ın göz ardı edildiği anlayışta kesin bir bilgi kalmamaktadır. Insanın şüpheden uzak bilgi edinmesi ALLAH’ın varlığıyla mümkündür, pekala ALLAH’ın böyle bir arzuyu bize koyması çok daha mantıklı bir açıklamadır.

13 Nisan 2017 Perşembe

Ahlaklı davranmanın verdiği haz hakkında


     Ahlaklı davranma insana haz verir. Bu haz insanın ahlaksız eyleminde alacağı nazaran daha az da olabilir. (Fakat bu haz ahlakın nedeni olma yetisinden çok uzaktır. Çünkü insan doğru olan acılı olsa bile ona atılmayı görev edinir). Hepimiz yaptığımız ahlaki eylemden sonra bir huzur hissederiz, ahlaklılık bizi mutlu eder. Ahlaki eylemlerimizin sonucu pekala bizi mutsuz da edebilir fakat ahlaklı davranmanın verdiği haz sonuçtan bağımsız olarak kalıcıdır. Şöyle düşünün ki sınavda kopya çekebilirdiniz ama kopya çekmediğiniz için kaldınız. Sınavdan kalmanız sizi mutsuz eder çünkü hazlar temel olarak çıkarlarla ilgilidir. Sınavda başarısız olma diğer rakiplere göre bireyi avantajsız bir konuma sokar bu da mutsuzluğa sebep olur. Ancak işin sonunda hala kopya çekmemenin verdiği bir mutluluk da vardır. Dolayısıyla Ahlak ve haz arasında da uyum vardır. Peki ahlakın hazla sonuçlanması nasıl açıklanabilir. Teizm bunu kolaylıkla açıklar. İslam’da ALLAH, yalnızca ahiretin efendisi değildir. Aynı zamanda Dünyanın da efendisidir. Doğruluğu kendisine ilke edinen ALLAH kurduğu düzenle dünyada da doğruyu yapana mutlak olmasa da bir avantaj sağlar. Pekala, ahlaklı davranmak da her ne kadar nedenleri itibariyle haz dışı olsa da hazla ödüllendirilir. Ancak teizm dışı düşünceler bunu temellendiremez. Naturalist ateizmin tesadüf anlayışında herhangi bir ahlakı temellendirmek mümkün olmadığı gibi neden ahlaklı iş yapanın ödüllendirildiği de cevapsız kalacaktır. Platonizmdeyse her ne kadar platonist mantıktan ahlakı çıkarmanın bir yolu olsa da ahlakın haz gibi özü farklı olana neden olması ve aralarındaki uyum iyi açıklanamayacaktır.

Sonuç olarak ahlaklı davranış insanın bazı arzularıyla koordineli çalışır Her ne kadar haz ahlakın nedeni değilse de ahlaklı davranışın ödülüdür. Ahlak ile Arzuların uyumunun en iyi açıklaması Teizmle mümkündür.

(mutluluk ve hazzı aynı anlamda kullandım)