Renatus: Felsefe kavramları tanımlamaktır. Bana ahlakı
sormuştun, önce ahlak’ı tanımlayalım. Ahlak akıllı varlıkların iyi-kötü gibi
değerlere verdiği addır. Bu değerler evrensel kurallardır.
Alexandre: Yanılıyorsun Renatus, ahlaki kuralların evrensel
olması için bir sebep yoktur. Ahlak toplumdan topluma kişiden kişiye farklılık
gösterebilir.
Renatus: Alex’in konuşmamın hemen başındaki itirazı ilginç,
siz de izin verirseniz onu anlamak isterim. Dostum öncelikle kural denildiğinde
ne anlıyorsun öğrenmek isterim.
A: Kural dediğimiz şeyler kişisel kabullerdir, bu toplumla
ortak ola da bilir olmaya da bilir?
R: Alex bu ne derin manalar içeren bir tanım, seni keşfetmek
bana büyük mutluluk verecek. Ancak kişisel kabullerin kural olabileceğini
söyledin doğru mu.
A: Kural zaten kişisel kabuldür, doğru anlamışsın renatus.
R: Peki sence bu kişisel kabuller başkalarının aklı
tarafından reddediliyorsa bu hala kural olabilir mi?
A: Evet, kaç kere daha tekrarlamalıyım bunu.
R: Bildiğin bir kural var mı?
A: Tabi örneğin kırmızı ışıkta geçmemek gerektiğine inanırım.
R: Söyle düşün Alex, diyelim ki buna inanan yalnız sensin.
Yani başka akılların sarı ışıkta durduklarını düşünelim. Kırmızı ışıkta
geçmemek hala kural olabilir mi?
A: Tabii ki hayır.
R: O zaman nasıl oluyor da yalnız senin aklının emrettiği şey
bir kural olabiliyor
A: Sanırım Haklısın Renatus, o zaman görüşümü şöyle
düzeltiyorum: Ahlak kuralları kişiden kişiye değil ama toplumdan topluma
değişebilir. Örneğin, Başka bir toplumda sarı ışıkta durulması gerekebilir.
R: Alex sanırım bugün beni oldukça zorlayacaksın. Fakat bir
noktaya açıklık getirmek istiyorum. Ben kırmızıda durmanın bir kural olduğunu
savunmuyorum ben bir durumda ve belli bir süre içerisinde başkalarına yolu
kullanma hakkı verilmesi gerektiğini savunuyorum. Eğer kimse kimseye yol
vermeseydi herkes kaza yapardı ve yolculuğun amacı olan yol alma durumu ortadan
kalkardı.
A: Söylediklerini tam olarak anlamadım.
R: Peki şöyle anlatayım. İki farklı ülkenin iki farklı dili
olsun. X ülkesinde “u” harfi öldürün demekken Y ülkesinde “u” öldürmeyin demek.
Her iki ülkede de o ülkedeki korumalarına emir verip masum bir insanı
öldürebilirsin. X ülkesinde “u” demek yanlışken Y ülkesinde “u” demek doğrudur.
A: Sonunda benim dediğime geldin.
R: Sanmıyorum. Çünkü esas olan ortaya konulan niyettir. Sen
“u” veya başka bir harfi kullanırken adamı öldürmek için kullanırsan bu
yanlıştır ancak o harfi adamın öldürülmesini engellemek için kullanırsan
yaptığın doğrudur. Yani ahlakın temeli eylem değil niyettir.
A: Sanırım şimdi bir şeyler kafamda oturmaya başladı Sir.
R: Şimdi diğer iddiana gelelim. Ahlak kuralı toplumsal bir
kabuldür dedin. Bir şey toplumlar üstü değilse kural olamaz. Ayrıca ahlaki
kurallar değişken de olamaz. Yani masum insanları öldürmek başka bir toplum
için doğru olabilir mi?
A: Ahlak toplumsal kabuldür eğer o toplum öyle söylüyorsa o
toplum için masum insan öldürmek doğrudur.
R:Burası çok önemli bir nokta. Öncelikle toplum kavramını bir
tanımlayalım. Toplum insanların bir araya gelmesidir. Bu durumda insanların her
biri için geçerli olan ahlak toplum içinde geçerlidir diyebiliriz. Fakat bu
durumda yine ahlak bireysel bir kavram olabilmelidir ki bunun mümkün olmadığını
gösterdik. Ayrıca toplum için bir sınırımız da yoktur aile de insanlık da bir
toplumdur.
A: Hayır Renatus bence toplum ortak sözleşmeyle mümkündür
yani ahlak devletden devlete değişebilir demek istedim.
R: İyi ama devlet bir akıl değildir, iradesizdir, karar
veremez. Devletin kurallarını koyan yine kişilerdir yani yine bireydir ki
bireyin özgün isteklerinin ahlak olamayacağını göstermiştik. İrade yalnız
bireye mahsustur.
A: hmm sanırım haklısın Renatus, o zaman peki ama ahlak ne
olabilir.
R: Buraya kadar bireysel isteklerin ahlak olamayacağını
gördük. O zaman ahlak evrensel olmalıdır öyle olmalıdır ki herkes tarafından
kabul edilsin
A:İnsanlar arasında görüş ayrılıkları vardır bu mümkün değil
R: Her konuda ayrılık yoktur örneğin aklın ilkeleri sabittir.
3+2 bütün akıllara göre 5 eder. Ahlak da o zaman böyledir.
A: Peki ama bir ilkenin ahlaklı olup olmadığını nasıl
anlarız?
R: Ahlak ilkeleri çelişkisiz olmalıdır.
A: Bir örnek verir misin?
R: Örneğin biri insanlar isteğe göre öldürülebilir desin. Biz
bunun her yerde zamandan aşkın olarak uygulandığını ve temel bir kural olduğunu
hayal etsek çelişkiye düşerdik. Birinin başkasını öldürmek istemesi onun
diğerini ve sonunda herkesin herkesi öldürmek istemesi olarak ortaya çıkar
sonuç olarak herkes bir diğerini öldürmek isteyeceğinden öldürmek isteyecek bir
birey kalmaz. Eğer bir birey kalırsa da kendini öldürmek isteyeceği bir an
olacağından kendi de ölecektir. Ya da hırsızlığı ele alalım ve herhangibir şey
düşünüp onu çalmanın ahlaki olduğunu düşünelim. Bu da çelişkilidir. Çünkü
herkesin bunu yaptığını düşündüğümüzde hırsızlık kavramı ortada kalmaz çünkü
her şey ortak kullanım malına dönüşür. Sahiplik olmayınca hırsızlık zaten
imkansızdır.
A: Bunlar çok cesurca iddialar. Peki ama adam öldürmek bazen
doğru olabiliyor. Örneğin 80 kişiyi öldüren birini öldürmek neden yanlış olsun
ki.
R: Haklısın, ama biz diyoruz ki ahlakta belirleyici olan
niyettir. İradesiyle Yanlış yapan yaptığını yaşamayı hak eder.
A: Peki Tanrı bunun neresinde?
R: En iyiye ulaşmaya çalışmak ahlaki bir zorunluluktur. Biz
en iyiyi istemeliyizdir, amaç edinmelidir. Yani en iyiyi amaç edinmek bir
ahlaki kuraldır. Ahlaki kuralların hepsi gerçek olduğundan en iyi de gerçek
olmak zorundadır. Fakat yaşadığımız hayat en iyiyi göstermez. En iyiyse ancak
bir sonraki hayatla mümkündür çünkü iyiler ödüllendirilmeli ve kötüler
cezalandırılmalıdır. Bunu yapabilecek tek varlık da Tanrıdır. Sonuç olarak
Tanrı zorunluluk olarak vardır ve mutlak iyidir.
A: Peki bu tarz yalnızca mantıki olarak kanıtlanan varlığa
ibadet edilsin onun varlığını yalnızca bilebiliriz.
R: Söyle bana Alex, birisi ölümü göze alarak gerçeği
haykırıyorsa bu kişi saygıyı hak etmez mi? Ya da kimsesiz çocuklara onların
mutlu olması için yardım eden bir adam.
A: Tabi ki hak eder.
R: Bu insanlar saygıyı hak ediyorsa mutlak iyi olan Tanrı
bizim duyamayacağımız kadar saygı hak eder. İşte ona ibadet ona duyulan
saygıdır.
A: Peki birisi derse ki “ahlaki kuralların kökeni vicdandır,
Tanrı değildir” buna ne cevap vermeliyiz.
R: Vicdandan kastın nedir?
A: Vicdanı vücudumuzdaki her hangi bir arzu gibi
davranışlarımızda bizi etkileyen bir arzu olarak tanımlıyorum.
R: Ahlaki kuralların kökeninin vicdan olması zaten Tanrı
inancıyla çelişmez. Ancak bana kalırsa vicdan yeterli bir açıklama olamaz. “Örneğin
neden vicdana uygun olan tercih edilmelidir ve vicdana uygun bir şekilde
davranılmalıdır?” gibi bir soru bu durumda cevaplanamaz. Çünkü vicdan başka
arzularla çatışabilir. Örneğin birinin yemeğini çalmak istersin ama ahlaki
açıdan bu kötüdür. Eğer ahlaki açıdan kötü yapan şey vicdansa neden birisi
vicdanın dediğini arzularının dediğine tercih etmelidir. Ya da şöyle düşünelim.
Birisi geniş bir ev arzularken birisi daha bakımlı ama dar bir ev arzulayabilir.
Biz ne geniş evi alanı ne de dar evi alanı kınamayız veya cezalandırmayız.
Çünkü bunu onun bir hakkı olarak görürüz. Ancak biz hiç kimsenin birini
öldürmesine saygı duymayız. Yani ahlaki yetilerimiz arzuların dünyasından çok
daha farklı özellikler taşır.
A: Tanrı’yı düşünmeden bir ahlak temellendirilemez mi peki?
R: Doğa ahlaki istençlerimize cevap veremeyeceğinden “her şey
doğadadır” diyen her görüş yanlıştır. Ahlakın kendisi zaten Tanrıya götürür.
Dolayısıyla birinin ahlakı Tanrısız temellendirmesi mümkün değildir.
A: Bugün belki de beni yendin Renatus, ancak bu böyle
bitmeyecek!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder