Şüphe bir şeyin
varlığına veya herhangi bir özelliğin (property) gerçekliğine ilişkin akıl yürütmedir.
Ayrıca şüphe akıl yürütmenin kesin bir gerekliliğidir her türlü akıl yürütme
soru sormaktır ve soru şüpheyi içerir. Şüphe kavramı felsefede değişik sistemlerde
farklı şekillerde ele alınmıştır. Dolayısıyla şüpheden kasıt farklılık
gösterebilir. Ben şüpheyi ikiye ayırıyorum. Birincisi şüpheyi amaç edinme: Bu
septiklerin düşünüş biçimidir onlara göre şüphe içerisinde kalmak ilk tercih
edilen yoldur ve şüphe zayıf da olsa her türlü görüşe tercih edilir. Bu
görüştekiler dış dünyanın varlığının, bizim varlığımızın zamanın ve mekanın
varlığının hatta bazıları matematik ve mantık kurallarının vb. şüpheye açık
olduğunu söylerler ve bütün bunlarda şüpheli bir pozisyon(agnostik) alırlar. İkinci
görüş ise Rasyonalist filozoflar ve bazı ampirist filozoflar tarafından tercih
edilen şüpheyi araçsallaştırmadır. Bunun en tipik örneği Kartezyen sistemdir.
Kartezyen sistem şüpheyi doğru ve hakikate ulaşmak için bir araç olarak görür.
Descartes meditasyonların hemen başında bildiklerinin hepsini şüpheye attığını
ve bir başlangıç noktasına ihtiyacı olduğunu belirtir. Daha sonrasında “düşünüyorum
öyleyse varım” önermesini başlangıç noktası yapar ve şüphelerden kurtulmaya
çalışır. Böylece Tanrının ve dış dünyanın var olduğunu saptar ve rasyonel
felsefesini inşa eder. Aynı şeyi Platon içinde söylemek mümkündür. Platon
duyumların gerçeklikle olan ilişkisinden şüphelenir ve idealar dünyası diye
bütün cisimlerin özünü içeren bir alemin varlığını iddia eder. Aynı şey Kant
içinde geçerlidir. Her ne kadar Kant Saf aklın eleştirisi adlı kitabında aklın
sınırlarına dikkat çekse de pratik aklın eleştirisinde ahlaki önermelerin
kaynağının tecrübeler olduğu iddiasından(Hume’un iddiasıdır) şüphe duymuştur ve
rasyonel ahlakı inşa etmiştir. Amaçsal şüphenin araçsal şüpheden en büyük farkı
araçsal şüphenin sonuç istemesidir araçsal şüphe rasyonel karar vermek için
çalışır. Örneğin suyun 100 derecede kaynadığını defalarca tecrübe ettiğinden
bir sonraki suyun da 100 derecede kaynayacağını düşünür. Fakat şüpheyi
amaçlayan filozoflar insan gözleminin doğru olup olmadığının şüpheli olduğunu
söyleyerek suyun yüz derecede kaynayıp kaynamadığının bilinemeyeceğini
söylerler. Onlar için suyun milyonlarca defa aynı sıcaklıkta kaynaması da
karalarını değiştirmeye yetmez çünkü şüphe onlara göre her zaman tercih
edilmelidir.
Felsefede savunulamayacak
tek görüş savunulamayacak bir görüş olduğudur. Şüpheyi amaç edinen görüşler
matematikten mantıktan bile şüphe edebilir bu demektir ki 2+2=4 önermesi
şüphelidir ve şüphe sonucun 4 olduğu yaklaşımına tercih edilmelidir.
Dolayısıyla 2+2’nin cevabı kısaca “bilmiyorum”dur. Bu tarz bir şüphe için
felsefe de anlamsızlaşacaktır. Eğer bütün insanların ölümlü olması insan olan
sokratesin ölümlü olduğunu zorunlu olarak sağlamıyorsa felsefe tamamen
gereksizdir. Zaten akıl ve gözlem şüpheli olduğunda bilim kesin anlamda
imkansızlığa gidecektir. Doğanın varlığı bile bilinemezdir. İskoç filozof David
Hume nedenselliğin bir alışkanlık olduğunu ve nedensel ilişkinin zorunluluk
içermediğini savunur. Bu demektir ki bilyeyi her yere atışımda bilyenin
düşeceği kesin değildir. Yer’in çekip çekmeyeceği belirsizdir.
Nedensellik
eleştirisi ve diğer idealist eleştirilerin değerli olduğunu düşünmekle beraber
amaçsal bir şüpheciliğe karşıyım. Bana göre sağlıklı bir akıl yürütme üç
aşamada oluşur. Öncelikle soru tespit edilir, sonra veriler ortaya konulur daha
sonraysa en mantıklı olan seçilir, son olarak aksine delil gelene kadar verilen
karar gerçeklik olarak kabul edilir. Bir şeyin en mantıklı olması için nasıl
bir ölçüt kullandığım ve ne zaman seçim yapıp ne zaman agnostik kalınmasından
taraf olduğum başka bir yazının konusu olabilir. Fakat formülü kısa bir şekilde
örneklendireyim. Soru suyun kaç derecede kaynadığı olsun, suyun kaynama
sıcaklığı farklı yerlerde ve farklı şekillerde defalarca test edilmiştir. Suyun
yüz derecede kaynadığını gösteren birçok veri varken ve aksine bir delil yokken
bir sonraki suyun da yüz derecede kaynayacağını beklemek oldukça mantıklıdır.
Aksi bir delil olmadığı sürece suyun yüz derecede kaynadığından da şüphe duymam
için bir sebep yoktur.
Kurandaki düşünme
ve şüpheciliğe bakış
(Not: Aklıma
gelen ilk ayetlerin numaralarını yazacağım örnekler fazlasıyla çoğaltılabilir.)
Kuran’ın hiçbir
yerinde akıl eleştirisi yoktur. Kuran insanın aklına güvenebileceğini esas
alır. Kuran kendini akılla temellendirir. (10.100, 10.35, 3.118 , 30.24 vb.)
Kuran defalarca düşünülmeden kabul edilen şeylerden şüphe duyulmasını ve akıl
süzgecinden geçirilmesini emreder.(2.170 vb.)
Bilinenin
aksine Kuranda naturalizme getirilen eleştirilerin kat ve kat fazlası amaçsal
şüpheciliğe getirilir. Kuranda şüphecilik sert biçimde kınanır ve şüpheden uzak
durmak öğütlenir.
“Hak
Rabbindendir. O halde sakın şüphe edenlerden olmaHak Rabbindendir. O halde
sakın şüphe edenlerden olma.” 3.60
Kuran
kendinin Allah’ın kitabı olduğunu kanıtlamak için veriler sunar: Benzerinin
ortaya konulamayacak olması (2.23), mantıki çelişki içermemesi(4.82), fıtratla
olan uyumu (30.30) önceki taplarla uyumu(10.94)vb. bunlara modern kozmolojiyle
uyumu (21.30, 51.47, 22.47) doğadaki fenomenleri ortaya koyması, ontolojisinin
mükemmelliği gibi şeyleri ekleyebiliriz. Bütün bunlar ortaya konulduktan sonra
Kuran aksine delilleri de çürütür.( bkz Tur suresi vb.) Fakat daha sonrasında
amaçsal şüpheyi bütünüyle reddeder ve aklın işaret ettiği yolu emreder. Zaten
daha öncede bahsettiğim gibi amaçsal şüphenin reddetmeyeceği hiçbir delil de
yoktur.
“Hakikat şu ki,
haklarında Rablerinin yargısı kesinleşenler asla iman etmeyecekler. Kendilerine
her türlü kanıtlayıcı belge gelse bile, ta ki (öte dünyada kendilerini
bekleyen) o çok can yakıcı azabı gözleriyle görünceye kadar...” (10.96-97)
Ayrıca akıl
yürütme sonuca ulaştıktan sonra herhangi bir gereksinim olmaksızın şüpheye
düşmek de mantıksızdır. Örneğin descartes’ın felsefesini “düşünüyorum öyleyse
varım” önermesine dayandırdığını söylemiştik. Eğer Descartes bu ilk bilgi
konusunda şüphe duymaya devam etseydi hayatı bu şüpheyle uğraşmakla
geçeceğinden hiçbir ilerle sağlayamazdı. Ek olarak eğer bilim adamları evrende
yasaların olduğuna dolayısıyla bilimin mümkün olduğuna karar verdikten sonra
tekrar geriye dönüp doğa yasalarının varlığından şüphelenmeye devam etseler
hiçbir bilimsel gelişim mümkün olmazdı. Veya kırmızı ışıkta durduğunuzu ve
gözünüzün güvenilir olduğunu bildiğinizi hayal edin. Daha sonrasında yeşil
yandığında geçmeniz gerektiğini bilirsiniz fakat eğer siz gözünüzün doğru görüp
görmediğinizi tekrar şüpheye atarsanız o ışıktan hayatınız boyunca
geçemezsiniz. Dolayısıyla dinde veya herhangi bir konuda veriler incelenip
kanaate varıldıktan sonra yeni bir delil yokken sürekli şüpheye düşmek
mantıksızdır.
Kuran İbrahim
üzerinden metot öğretir:
76.
|
Üzerine gece karanlığı basınca bir yıldız gördü.
"İşte Rabbim!" dedi. Yıldız batınca da, "Ben öyle batanları
sevmem" dedi.
|
|
77.
|
Ay'ı doğarken görünce de, "İşte Rabbim!"
dedi. Ay da batınca, "Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse
mutlaka ben de sapıklardan olurum" dedi.
|
|
78.
|
Güneşi doğarken görünce de, "İşte benim Rabbim!
Bu daha büyük" dedi. O da batınca (kavmine dönüp), "Ey
kavmim!" Ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım" dedi.
|
|
79.
|
"Ben hakka yönelen birisi olarak yüzümü,
gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben Allah'a ortak koşanlardan
değilim."
|
Burada İbrahim toplumun
tanrı olarak tanımladığı varlıkların tanrı olduklarından şüphelenir. Elde
ettiği verilerden bu varlıkların mükemmel, sınırsız, her şeye gücü yeten gibi
vasıflara sahip olmadığını görür. Sonunda veriler ışığında bunların tanrı
olmasının aklen kabul edilemez olduğunu görür ve bütün eksikliklerden uzak, mükemmel
olan varlığı keşfeder. Dolayısıyla İbrahim şüpheyi araç olarak kullanarak
hakikate ulaşır.
Sonuç olarak
akıl yürütmenin bir gereği olan şüphe doğruya giden yolda oldukça faydalıdır.
İnsan yanlış bilgiden ancak o bilgiyi sorgulamasıyla kurtulabilir. Ancak
şüpheyi sürekli hale getirmek e amaçsallaştırmak kabul edilemezdir ve rasyonel
mantıktan uzaktır. İslam için sorgulamak doğruya giden yokken amaçsal şüphe
şeytanın oyunudur.
Bakara suresi,
ayet: 164-“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri
ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden
gemilerde, ALLAH’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği
yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve gökle yer
arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk
için deliller vardır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder