Herkesin
hayatında bir amaç vardır. Herkes şu cümledeki boşluğu doldurabilir:”….. için
yaşıyorum”. Peki gerçekten uğruna hayatımızı verdiğimiz şeyler yaşanılmaya
değer midir? Daha önemlisi yaşamaya değer olan şey nedir?
Bir
şeyin amacını konuşmak için önce onun ne olduğunu anlamak gerekir. Örneğin bir
şeyin soğutmak için var olduğunu bilmek için önce onun buzdolabı olduğunu
bilmek gerekir. Dolaysıyla insanın amacını sorgulamak için de önce insanın ne
olduğuna bakmak gerekir.
Sadece
var olmasının bile inanılmaz olasılıklara bağlı olduğu ve içinde yüz
milyarlarca galaksinin barındığı evrenimizde samanyolu galaksisinin içindeyiz.
Samanyolu galaksisinin 100 milyarlarca yıldızından biri olan güneşin yörüngesinde
bulunan orta büyüklükte bir gezegende yaşıyoruz. Aynı gezegeni paylaştığımız
canlı türüne nazaran çocukluğu oldukça korumasız ve uzun süren bir türüz. Gözlemlediğimiz
kadarıyla bu evrendeki basit hammaddelerin oluşturduğu ancak oldukça kompleks
bir biyolojik yapımız var. Ancak neticede doğada gördüğümüz şeylerin değişime
uğramasından farklı değiliz. Nasıl çok da değer vermediğimiz cam topraktan
yapılıyorsa biz de topraktan yapılıyoruz. Sonlu bir ömre sahibiz, çok yaşayan 100
sene yaşıyor. Öyle ki 100 yıl yaşayan bile evrenin şu ana kadar var olduğu
zamanın(13.7 milyar yıl) 100 milyonda birini bile görmüş sayılmaz. Ancak bu
kısa ömürlü, koskoca evrende bir nokta kadar bile boyutu olmayan bizlerin
içinde inanılmaz bir arayış var. İnsan neden var olduğunu, bu evrende
gözlemlediğimiz sayısız şeyin niçin varolduğunu ve kendisine öldükten sonra ne
olacağını inanılmaz şekilde merak eder. Bu soru en vurdumduymaz insanın bile
içini kemirir. Bu anlam arayışı belki de bize en içkin olan şeydir. İnsan bu
arayışı gördüğü ve sevdiği bazı şeylerle en azından kontrol altına almaya
çalışır. Kimi çocuğu için yaşadığını söyler kimi para için kimi de başka biri
için. Ancak bunların hiçbiri anlam arayışımıza bir cevap olamaz. Tıpkı sıcak
sıya atılan buz parçası gibi bu basit cevaplar arayışın büyüklüğü karşısında
erir ancak aynı zamanda buz gibi suyu da soğutur yani hakikatin ateşinden
uzaklaştırır ve insanın sonlu basit hedeflerin oluşturduğu yalanlara az da olsa
alıştırır. Oysaki bize en içkin olan arayışı, bu anlayışı, evreni ve gördüğümüz
her şeyi verenden bağımsız düşünerek verilen hiçbir cevap sonuç vermez. İnsanın
kalbinden yükselen çığlıkları susturmaz. Tanrıyı görmezden gelerek düşünülen bir
dünya düşünülebilecek en kötü dünyadır: amaçsız, anlamsız, boş bir toprak yığınından
ibarettir insan. Işığı ve ısısı olmayan ateş ne kadar anlamlıysa bu tarz bir
hayat da o kadar anlamlıdır. Kuran’da Allah şöyle anlatır kendinden yüz çeviren
insanı:
“onlar Allah’ı unuttular, Allah da onlara kendilerini
unutturdu!”. İnsan böylece kendine
yani bitmek tükenmek bilmeyen anlam arzusuna bile yabancılaşır.
Fakat Tanrı’nın yani
benliğimize döndüğümüzde en küçük detayına kadar tasarlamış, evreni de
üzerimize muhteşem şekilde bina etmiş varlık bize aradığımız cevapları verir.
Suya ihtiyaç duyan insane su veren, giysiye ihtiyaç duyan insana giysi veren
Tanrının en büyük ihtiyacımızı cevapsız bırakması düşünülemez.”İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?”.
Hayatın amacı
olabilecek Tanrıdan başka hiçbir şey düşünülemez. Biz öleceğiz, bizden
sonrakiler de ve bu evren de. Her şey nasıl var olmaya başladıysa aynı şekilde Her
şey yok olacak ve geriye yalnızca Tanrı kalacak. Zihnimizdeki sonsuz anlam ve
amaç arayışını sonlu şeylerde aramak saçma olurdu değil mi? Yaratan ve yaşatan
neyse, yaşamaya değer olan da O’dur.