4 Temmuz 2017 Salı

Ahlak ve Tanrı üzerine diyalog


Renatus: Felsefe kavramları tanımlamaktır. Bana ahlakı sormuştun, önce ahlak’ı tanımlayalım. Ahlak akıllı varlıkların iyi-kötü gibi değerlere verdiği addır. Bu değerler evrensel kurallardır.

Alexandre: Yanılıyorsun Renatus, ahlaki kuralların evrensel olması için bir sebep yoktur. Ahlak toplumdan topluma kişiden kişiye farklılık gösterebilir.

Renatus: Alex’in konuşmamın hemen başındaki itirazı ilginç, siz de izin verirseniz onu anlamak isterim. Dostum öncelikle kural denildiğinde ne anlıyorsun öğrenmek isterim.

A: Kural dediğimiz şeyler kişisel kabullerdir, bu toplumla ortak ola da bilir olmaya da bilir?

R: Alex bu ne derin manalar içeren bir tanım, seni keşfetmek bana büyük mutluluk verecek. Ancak kişisel kabullerin kural olabileceğini söyledin doğru mu.

A: Kural zaten kişisel kabuldür, doğru anlamışsın renatus.

R: Peki sence bu kişisel kabuller başkalarının aklı tarafından reddediliyorsa bu hala kural olabilir mi?

A: Evet, kaç kere daha tekrarlamalıyım bunu.

R: Bildiğin bir kural var mı?

A: Tabi örneğin kırmızı ışıkta geçmemek gerektiğine inanırım.

R: Söyle düşün Alex, diyelim ki buna inanan yalnız sensin. Yani başka akılların sarı ışıkta durduklarını düşünelim. Kırmızı ışıkta geçmemek hala kural olabilir mi?

A: Tabii ki hayır.

R: O zaman nasıl oluyor da yalnız senin aklının emrettiği şey bir kural olabiliyor

A: Sanırım Haklısın Renatus, o zaman görüşümü şöyle düzeltiyorum: Ahlak kuralları kişiden kişiye değil ama toplumdan topluma değişebilir. Örneğin, Başka bir toplumda sarı ışıkta durulması gerekebilir.

R: Alex sanırım bugün beni oldukça zorlayacaksın. Fakat bir noktaya açıklık getirmek istiyorum. Ben kırmızıda durmanın bir kural olduğunu savunmuyorum ben bir durumda ve belli bir süre içerisinde başkalarına yolu kullanma hakkı verilmesi gerektiğini savunuyorum. Eğer kimse kimseye yol vermeseydi herkes kaza yapardı ve yolculuğun amacı olan yol alma durumu ortadan kalkardı.

A: Söylediklerini tam olarak anlamadım.

R: Peki şöyle anlatayım. İki farklı ülkenin iki farklı dili olsun. X ülkesinde “u” harfi öldürün demekken Y ülkesinde “u” öldürmeyin demek. Her iki ülkede de o ülkedeki korumalarına emir verip masum bir insanı öldürebilirsin. X ülkesinde “u” demek yanlışken Y ülkesinde “u” demek doğrudur.

A: Sonunda benim dediğime geldin.

R: Sanmıyorum. Çünkü esas olan ortaya konulan niyettir. Sen “u” veya başka bir harfi kullanırken adamı öldürmek için kullanırsan bu yanlıştır ancak o harfi adamın öldürülmesini engellemek için kullanırsan yaptığın doğrudur. Yani ahlakın temeli eylem değil niyettir.

A: Sanırım şimdi bir şeyler kafamda oturmaya başladı Sir.

R: Şimdi diğer iddiana gelelim. Ahlak kuralı toplumsal bir kabuldür dedin. Bir şey toplumlar üstü değilse kural olamaz. Ayrıca ahlaki kurallar değişken de olamaz. Yani masum insanları öldürmek başka bir toplum için doğru olabilir mi?

A: Ahlak toplumsal kabuldür eğer o toplum öyle söylüyorsa o toplum için masum insan öldürmek doğrudur.

R:Burası çok önemli bir nokta. Öncelikle toplum kavramını bir tanımlayalım. Toplum insanların bir araya gelmesidir. Bu durumda insanların her biri için geçerli olan ahlak toplum içinde geçerlidir diyebiliriz. Fakat bu durumda yine ahlak bireysel bir kavram olabilmelidir ki bunun mümkün olmadığını gösterdik. Ayrıca toplum için bir sınırımız da yoktur aile de insanlık da bir toplumdur.

A: Hayır Renatus bence toplum ortak sözleşmeyle mümkündür yani ahlak devletden devlete değişebilir demek istedim.

R: İyi ama devlet bir akıl değildir, iradesizdir, karar veremez. Devletin kurallarını koyan yine kişilerdir yani yine bireydir ki bireyin özgün isteklerinin ahlak olamayacağını göstermiştik. İrade yalnız bireye mahsustur.

A: hmm sanırım haklısın Renatus, o zaman peki ama ahlak ne olabilir.

R: Buraya kadar bireysel isteklerin ahlak olamayacağını gördük. O zaman ahlak evrensel olmalıdır öyle olmalıdır ki herkes tarafından kabul edilsin

A:İnsanlar arasında görüş ayrılıkları vardır bu mümkün değil

R: Her konuda ayrılık yoktur örneğin aklın ilkeleri sabittir. 3+2 bütün akıllara göre 5 eder. Ahlak da o zaman böyledir.

A: Peki ama bir ilkenin ahlaklı olup olmadığını nasıl anlarız?

R: Ahlak ilkeleri çelişkisiz olmalıdır.

A: Bir örnek verir misin?

R: Örneğin biri insanlar isteğe göre öldürülebilir desin. Biz bunun her yerde zamandan aşkın olarak uygulandığını ve temel bir kural olduğunu hayal etsek çelişkiye düşerdik. Birinin başkasını öldürmek istemesi onun diğerini ve sonunda herkesin herkesi öldürmek istemesi olarak ortaya çıkar sonuç olarak herkes bir diğerini öldürmek isteyeceğinden öldürmek isteyecek bir birey kalmaz. Eğer bir birey kalırsa da kendini öldürmek isteyeceği bir an olacağından kendi de ölecektir. Ya da hırsızlığı ele alalım ve herhangibir şey düşünüp onu çalmanın ahlaki olduğunu düşünelim. Bu da çelişkilidir. Çünkü herkesin bunu yaptığını düşündüğümüzde hırsızlık kavramı ortada kalmaz çünkü her şey ortak kullanım malına dönüşür. Sahiplik olmayınca hırsızlık zaten imkansızdır.

A: Bunlar çok cesurca iddialar. Peki ama adam öldürmek bazen doğru olabiliyor. Örneğin 80 kişiyi öldüren birini öldürmek neden yanlış olsun ki.

R: Haklısın, ama biz diyoruz ki ahlakta belirleyici olan niyettir. İradesiyle Yanlış yapan yaptığını yaşamayı hak eder.

A: Peki Tanrı bunun neresinde?

R: En iyiye ulaşmaya çalışmak ahlaki bir zorunluluktur. Biz en iyiyi istemeliyizdir, amaç edinmelidir. Yani en iyiyi amaç edinmek bir ahlaki kuraldır. Ahlaki kuralların hepsi gerçek olduğundan en iyi de gerçek olmak zorundadır. Fakat yaşadığımız hayat en iyiyi göstermez. En iyiyse ancak bir sonraki hayatla mümkündür çünkü iyiler ödüllendirilmeli ve kötüler cezalandırılmalıdır. Bunu yapabilecek tek varlık da Tanrıdır. Sonuç olarak Tanrı zorunluluk olarak vardır ve mutlak iyidir.

A: Peki bu tarz yalnızca mantıki olarak kanıtlanan varlığa ibadet edilsin onun varlığını yalnızca bilebiliriz.

R: Söyle bana Alex, birisi ölümü göze alarak gerçeği haykırıyorsa bu kişi saygıyı hak etmez mi? Ya da kimsesiz çocuklara onların mutlu olması için yardım eden bir adam.

A: Tabi ki hak eder.

R: Bu insanlar saygıyı hak ediyorsa mutlak iyi olan Tanrı bizim duyamayacağımız kadar saygı hak eder. İşte ona ibadet ona duyulan saygıdır.

A: Peki birisi derse ki “ahlaki kuralların kökeni vicdandır, Tanrı değildir” buna ne cevap vermeliyiz.

R: Vicdandan kastın nedir?

A: Vicdanı vücudumuzdaki her hangi bir arzu gibi davranışlarımızda bizi etkileyen bir arzu olarak tanımlıyorum.

R: Ahlaki kuralların kökeninin vicdan olması zaten Tanrı inancıyla çelişmez. Ancak bana kalırsa vicdan yeterli bir açıklama olamaz. “Örneğin neden vicdana uygun olan tercih edilmelidir ve vicdana uygun bir şekilde davranılmalıdır?” gibi bir soru bu durumda cevaplanamaz. Çünkü vicdan başka arzularla çatışabilir. Örneğin birinin yemeğini çalmak istersin ama ahlaki açıdan bu kötüdür. Eğer ahlaki açıdan kötü yapan şey vicdansa neden birisi vicdanın dediğini arzularının dediğine tercih etmelidir. Ya da şöyle düşünelim. Birisi geniş bir ev arzularken birisi daha bakımlı ama dar bir ev arzulayabilir. Biz ne geniş evi alanı ne de dar evi alanı kınamayız veya cezalandırmayız. Çünkü bunu onun bir hakkı olarak görürüz. Ancak biz hiç kimsenin birini öldürmesine saygı duymayız. Yani ahlaki yetilerimiz arzuların dünyasından çok daha farklı özellikler taşır.

A: Tanrı’yı düşünmeden bir ahlak temellendirilemez mi peki?

R: Doğa ahlaki istençlerimize cevap veremeyeceğinden “her şey doğadadır” diyen her görüş yanlıştır. Ahlakın kendisi zaten Tanrıya götürür. Dolayısıyla birinin ahlakı Tanrısız temellendirmesi mümkün değildir.

A: Bugün belki de beni yendin Renatus, ancak bu böyle bitmeyecek!